
Öylece duruyorum. İçimde isyana meyilli kocaman eflatun bir canavar ‘Neden?’ diye haykırırken, beyaz bir ışık huzmesinden tiz bir ses duyuyorum belli belirsiz: ‘Her şey yolunda’.
Filmin altyazısını Fransızca’ya çevirmişim, oyuncu da Çince konuşuyor gibi sanki. Sahnenin başrolü olmaktan çıkıp da anlamadığım dillerde izleyen bir seyirci olduğum bir an, kendime yabancılaşıyorum. Dilimin arkasında, boğazıma doğru hiç tanımadığım (desem de yalan, ne çok tanıdık aslında, öyle ki bu tanışıklıktan ürküyorum) bir nefes; ağır, sancılı, sanki ağzımdan çıkarsa kara büyü gerçek olacak, lanetleneceğim ve bir daha asla ‘Her şey yolunda’ olmayacakmış gibi... Öylece tutuyorum o ağırlığı dilimin arkasında, direniyorum vermeye onu. O kadar çok olasılık var ki o ağırlığın içinde, eğer havaya karışırsa her biri gerçek olabilir, gerçeğe dönüşebilir. Neyse bu -gerçek-, neden direniyorsam bu dönüşüme...
Ah! Aklımda bin bir düşünce, renklere boyuyorum onları, sınıflandırıyorum. Ürkütücü kırmızılar yoğunlukta, öyle siyah ki kimisi -içine girip boğulacağım derin kuyu karanlıkları gibi-, serin maviler ve kucaklayıcı yeşiller arıyorum. Bu-la-mı-yo-rum! Kaybolmaktan korkmak, kuyudan korkmak, düşmekten, incinmekten, kalkamamaktan ve bilmem belki de -ölüm-den.
Bunca karmaşanın ortasında, bir ılıklık hissediyorum apansız dedikleri türden. Bir sıcaklık; yanağıma doğru, dudağımın kenarını öpüp geçiyor bir damla, boynuma uzanıyor usul usul. Korkulardan, düşüncelerden, zihnimin içindeki seslerden ve renklerden sonra bir his; tam çenemin altında şu an, boynuma iniyor. Olabildiğine ve alabildiğine gerçek. Yaşamımın özü, kutsal suyum, gözyaşım; sancılarıma şifa, ağırlıklarıma bir destek sanki. Şifam yalıyor yüzümü, öpüp geçiyor beni. Şükrediyorum o an, bu şeffaf damlaya, alıp istediğim renge dönüştürebileceğimi biliyorum onu.
Elimin üzerinde bir dost eli, biri sırtımı sıvazlıyor. Kendi bedenimi, bedenime dokunan diğer elleri ayırt ediyorum. Elime bakıyorum; 31 yılının neredeyse sonuna gelmiş, yaşamın her anını birlikte onurlandırdığımız, algılarıma aracılık eden elime. Önce boynuma gidiyor elim, ıslaklıkla pamuksu bir dokunuşla kavuşuyor, sonra kalbime götürüyorum onu. Kainatın ritmine bilinçsizce eşlik eden, heyecanımın, sakinliğimin, uykumun, uykusuzluğumun, koşumun ve duruşumun sessiz şahidi, varlığını hissettirmeden kendine alıştıran, dar anımda sesini duyunca o mükemmel kelimeyi ağzımdan çıkaran, her bir can’da var olan, nice sevginin sembolü olmuş KALBİM. Emiyor göğsüm ıslaklığı, toprağın altına ve tohumlara erişiyor kutsal suyum, kaynak sularını buluyor; bu öyle bir kavuşma ki bedenim titriyor, gözümün önüne bir filiz geliyor, yeşili umut dolu, yapraklarında damlacıklar var, gökyüzünün rengini yansıtan deli dolu.
Bir soluk geliyor içimdeki ebemkuşağına; sarıları ve turuncuları da seçebiliyorum. İçimdeki öfkeyi ve isyanı gülümseyerek dinliyorum, bir de o ışık huzmesinden gelen sesi. Hala duyuyorum ikisini de, ama bu ikiliğin içinde bir dirlik görüyorum. Gönül salıncağıma çöküyorum, bir ona bir buna, bir aşağıya bir yukarıya, bir gökyüzüne bir yeryüzüne uzanıyorum. Bırakıyorum kendimi olmakta olana, hem oyuncu hem seyirci olduğumun farkında, öylece sallanıyorum. Ve biliyorum, dengeye gelmek bir ‘AN’ meselesi...
Yazıya değen ilk dost gözünden, sevgili Editörümüz Ayşe Yayla’dan da -tamam-lanmaya dair bir alıntı ile selamlarız seni sevgili okuyan:
"Vadinin ruhu hiç ölmez.
Sır diyelim, kadın diyelim ona.
Sır,
Kadının Kapısı,
köküdür
yerin ve göğün.
Ebediyen sürer, sonsuza dek.
Her şeyi rahatça yaparsınız onunla."
Alıntı: Ursula K. Le Guin Yorumuyla
Tamam Olan, Yol'a ve Yol'un Gücüne Dair
Lao Tzu: Tao Te Ching
Pınar Ünal
pinarunalpun@gmail.com
Kapak Fotoğrafı : Pınar Ünal